Dünya nüfusunun büyük bir hızla artışı, endüstrileşme ve teknolojik gelişmeler beraberinde birçok çevresel ve toplumsal sorunları ortaya çıkarmıştır. Bu sorunların en başında ise hava kirliliği gelmektedir. Bu kirlilik, atmosferde doğal süreçleri bozmakta ve toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle tüm dünyada, son 30 yıldır hava kirliliği düzeyleri düzenli olarak izlenmekte ve hava kirliliğiyle mücadele edilmektedir.[1]

Kömür ve diğer fosil yakıtların endüstride yoğun bir şekilde kullanımı, 18. yüzyılda sanayi devrimiyle başlamıştır. Bunun hava kalitesi üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. 20. Yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde, otomobil ve diğer motorlu araçların kullanımının hızla yaygınlaşmasıyla hava kirliliği daha da kendini gösterir olmuştur.  Çeşitli endüstri tesisleri ve konutlarda yakılan fosil yakıtlar, fabrikaların kuruluş yerlerinin yanlış seçilmesi, baca gazlarının, zehirli gazların ve partiküllerin filtrelerden geçirilmeden atmosfere bırakılması, ulaşım araçlarının egzoz gazlarının atmosfere salınması, hava kirliliğini oluşturan başlıca sebeplerdir. Tüm bu sebepler, iklim değişikliklerine, sağlık sorunlarına ve ekosistemde bozulmalara neden olmaktadır. Bugün, insan faaliyetlerinin neden olduğu bu büyük tehlike, özellikle sanayileşmiş bölgelerde daha belirgin hale gelmiştir. Her yıl milyonlarca insan hava kirliliğinden dolayı hayatını kaybetmektedir.

Hava kirliliğine, öncelikle atmosfere zarar veren kömür ve diğer fosil yakıt atıklarının artışı sebep olsa da sıcaklık, basınç, yağış, rüzgar, nem ve güneş radyasyonu gibi meteorolojik faktörlerle birlikte konum ve topografik yapı gibi etkenler de hava kirliliği üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır.[2]

Hava kirliliği iklim sistemlerini karmaşık bir şekilde etkiler; örneğin sera gazlarının atmosfere salınmasına katkıda bulunur. Özellikle karbondioksit, metan ve azot oksit gibi sera gazları, atmosferdeki sera etkisini artırarak sıcaklık artışına neden olur. Atmosferdeki gazların doğal dengesini bozan bu faaliyetler, önlem alınmazsa geri dönüşü olmayacak bir şekilde küresel ısınmaya sebep olur. Bu da gezegenimizi daha zor yaşanılır hale getirecektir. Bu duruma karşı iyileştirici bir adım olarak, 1997 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanan Kyoto Protokolü çok önemlidir. Kyoto Protokolü Ek-1 taraflarına, sayısallaştırılmış emisyon azaltım hedefi belirten ilk uluslararası anlaşma olması bakımından da ayrıca önem taşımaktadır.

Taraf ülkeler, ısınma ve iklim değişikliği konusunda, devletlerin sera gazı üretimini azaltmaları için çalışmalarda bulunmuşlardır.[3] Örneğin Kyoto Protokolünde taraflar, 2008 -2012 yıllarını kapsayan taahhüt döneminde, insan faaliyetlerinin neden olduğu karbondioksit eşdeğeri sera gazlarının salımları toplamını, 1990 yılı seviyelerinin en az yüzde beş aşağısına indirmeyi bireysel ya da müştereken sağlayacaklardır.[4]

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünyanın en kirli havasına sahip yer, Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur‘ dur. 2016 yılında Ulan Batur, dünyanın en yüksek hava kirliliği seviyesine sahip başkenti olarak hem Yeni Delhi’yi hem de Pekin’i geride bırakmıştır. Pekin gibi bir nehir vadisinde inşa edilen Ulan Batur’un çevresindeki dağlar, kirli havayı ve dumanı tenceredeki bir çorba gibi hapsetmektedir. Bu da şehrin hava kirliliğini artıran önemli bir faktördür. Moğolistan’da, her on kişiden birinin ölüm nedeni hava kirliliğidir. Ayrıca, Moğolistan’da anne karnındaki her üç bebekten biri, hava kirliliği nedeniyle gelişimini tamamlayamamaktadır. Bu durum, hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki ölümcül etkilerini göstermesi bakımından çok önemlidir.

Moğol halkı, geçtiğimiz yıllarda “Zut” olarak adlandırılan beyaz ölüm felaketi ile karşı karşıya kalmıştır. Sıcaklıklar -50 dereceye kadar düşmüş ve neredeyse 10 milyon hayvan soğuk ve açlık nedeniyle telef olmuştur. Bu felaket, 13 il ve 171 ilçede yaşayan ve geçimini hayvancılık ile sağlayan kırsal nüfusu göç etmeye zorlamıştır. Yaklaşık 1 milyar doları aşan ekonomik hasar yaşanmıştır. İstatistiklere göre bu göçle beraber başkentteki nüfus oranı son 25 yılda 3 katına çıkmıştır. Kent nüfusunun %60’ından fazlası doğalgaz şebekesinin olmadığı ve altyapının gelişmediği alanlarda yaşamaktadır. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, kış aylarında ısınma ihtiyaçlarını kömürlü sobalarla karşılamaktadırlar. Ulan Batur’da ısınmak için her yıl 5.3 milyon kömür tüketilmektedir. Bu durum, kentin havasına 260 bin ton kirletici unsurun karışması demektir. Başkentteki hava kirliliğinin %80’i çadır bölgesindeki ısınmadan, %10’u trafikten, %6’sı termik santrallerden ve %4’ü yüzen partiküllerden kaynaklanmaktadır. Yönetim, hava kirliliğini önlemek için bazı projeler başlatmıştır. Bu projelerden biri, en yoksul mahallelerde kömür sobası kullanmak yerine elektrikli ısıtıcıların kullanılmasını teşvik etmektedir. Bu uygulama ile birlikte, ocak ayından itibaren belirli yurtlarda ve kabinlerde geceleri elektrik ücretsiz olacaktır. Ayrıca, daha verimli kömür sobalarının teşviki ile yetkililerin kirliliği azaltma çabası başlamıştır. Her şeye rağmen ülkede bebek ölüm oranının %52 olması sağlıklı bir gelecek olmadığı anlamına gelmektedir.[6]

Bu verilere dayanarak temiz enerji kullanımının teşvik edilmesi ve sera gazlarının emisyonlarının azaltılması ve sürdürülebilir kalkınma politikalarının uygulanması gibi önlemler hem iklim değişikliğini önlemeye hem de hava kalitesini artırmaya yardımcı olacaktır. Sürdürülebilirlik ilkesi, hava kirliliği gibi büyük çevresel sorunların çözümünde liderlik etmektedir. Bu ilkeye uygun hareket ederek temiz bir çevre ve sağlıklı bir gelecek için kararlılıkla çalışmalıyız. Hava kirliliğiyle mücadelede bireylerin, kurumların ve devletlerin önemli bir rolü bulunmaktadır. Günlük hayatta alınabilecek basit ancak etkili adımlarla hava kirliliğinin azaltılmasına katkı sağlayarak büyük değişimlere yol açabiliriz. Unutmayalım ki, sürdürülebilir bir gelecek hepimizin ortak sorumluluğudur.

Buse Tufanlı

By Dergi21